Türk boylarının batıya doğru göçleri sırasında, Anadolu’ya ilk adım attıklarında, “Küçük Asya”nın o sıradaki egemeni Bizanslılara karşı zafer kazanıldığı 1071 yılında, fetih bir haktı; uluslar bile yoktu ki ulusların kendi kaderlerini tayin hakkı olsun, dünya daha tarım toplumu dönemini yaşamaktaydı. Ulusal Kurtuluş Savaşı’nı zaferle noktayan Büyük Taarruz’un başladığı 26 Ağustos 1922’de ise dünya, sanayi devrimini yaşamakta olan toplumlar ile, henüz ona ulaşamamış olanlar arasında bölünmüştü. Ulus devlet kavramı çıkmış, ulus toplumlar oluşmuş, fethin hak olduğu dönemler geride kalmış, ulusal egemenlik ve ulusların bağımsızlıkları ile kendi kaderlerini tayin hakları evrensel bir ilke olmaya başlamıştı.
30 Ağustos’ta zaferle taçlanan Büyük Taarruz, bu sürecin Anadolu’da da başarıya ulaşmasının onsuz olmazı niteliğini taşıması bakımından çok önemlidir.
Görülüyor ki iki olayın .
“Türkler 1071’de Malazgirt ile Anadolu’ya adım atmamış olsalardı, 1922, 30 Ağustos da olmazdı” türünden bir görüş ilk bakışta çok çekici görünse de yüzeyseldir.