Solun ve liberal muhalefetin Kürt Hareketinin siyaseti içinde izleyici ve doğrulayıcı bir konumu tercih etmeleri, verili olanı olduğu gibi kabul etmeleri, dar düşünsel alanlarını daha da darlaştırıyor. Siyasi hayattaki yerlerini iyice boğuyor. Bu durum ülke düşünce dünyasını daha da çoraklaştırıyor.
Kürt sorununda tutumların yön ve eksen değiştirmesini, bunun asker, dış politika, uluslarararası ilişkiler, bölge dinamikleri, ABD gibi unsur ve manivelalarını yok sayarak, ‘Erdoğan manevrası’ lafına kilitlenen, taraflara dağılan hata paylarını, özellikle Kürt siyasi hareketine düşen sorumluluğu görmezden gelen bu muhalif duruşun geldiği yer, savaş karşıtlığına söylediklerinin hilafına dolaylı bir ‘şiddet doğrulaması’dır.
Kürt Hareketi’nin öncülüğünde her iki kesim tarafından kullanılan ‘Erdoğan’ın diktası’ gibi formüllerin, anlama, sorgu, telkin gibi tüm mekanizmaları dışladığı oranda ikincil işlevi aslında tam olarak budur.
Bu işlev, Kürt sorununu tarihsel eşitsizliklere, asimetrilere işaret ederek ezen-ezilen ikilemi içine sıkıştıran, ancak bugün güç odakları arasındaki politik simetrileri görmeyen bir siyasi pozisyon refleksinin sonucudur.
Haklı, doğru, zorunlu şiddet gibi akıl yürütmelerle karşımıza çıkan bu refleks, şiddetle kurulan bu ilişki bir anlamda bir ayna, dün ile bugünü bağlayan halkadır.
Ön tıkayan sadece yanlış politikalar değil, tıkız zihniyetlerdir.