ALPER HASANOĞLU
Psikiyatri profesörü Dr. Nevzat Tarhan’ın 2006 yılında Timaş Yayınları arasında çıkmış bir kitabı var: ‘Evlilik Psikolojisi’. Zaman zaman kitapçı raflarında görsem de, ancak birkaç hafta önce satın alma fırsatı buldum. Aslında hep biraz kaçınmıştım, itiraf edeyim. Biraz karıştırdıktan ve bazı bölümleri okuduktan sonra kitapla, daha doğrusu Tarhan’ın evlilik ve aile üzerine yazdıkları üzerine yazmak istedim.
Alıntılar yapıp görüşlerimi belirterek ilerleyeceğim. Alıntılardan anlayacaksınız, Tarhan muhafazakar bir insan ve evlilik psikolojisi ile ilgili düşünceleri doğal olarak muhafazakar bakışından etkileniyor. Bunda normal olmayan, tuhaf bir durum yok ama psikiyatri profesyoneli olarak düşüncelerinin daha nesnel olması beklenirdi doğrusu. Ama psikolojik çıkarımları ve tavsiyeleri de tamamen muhafazakar görüşü doğrultusunda, ki bu psikiyatrinin en çok olmaması gerekene şeye soyunması demek; toplum polisliğine. Gerçi bu haliyle kitabın bunu becerebildiğini söylemek de pek doğru olmaz.
Gelecek yazımda, Tarhan’ın dejenere olmakla eleştirdiği Batının, özellikle evlilikle ilgili düşünen ve yazan, Hıristiyan Demokrat bir sosyal bilimcisinin makalesi üzerinden yazacağım. Kendisini Türkiye koşullarında, Müslüman bir demokrat olarak tanımlayabileceğimiz Tarhan’ın görüşlerinin tarafgirliğini daha iyi anlayabilmemiz açısından önemli bu.
Şimdi gelelim kitaba…
Giriş bölümündeyiz ve birinci cümleyle ilk dehşetimizi yaşıyoruz – yazı ilerledikçe dehşetten şaşkınlığa, şaşkınlıktan umarsızlığa, umarsızlıktan gülmeye geçiyoruz:
“Sistemleri ayakta tutacak genç nüfusun azalması, hükümetlerin etkisinin yatak odalarına girmemesi sosyal politikacıları düşündürüyor.” (İtalikler bana ait). Tüyleriniz diken diken olmadı mı? Benim oldu doğrusu. Hükümetler yatak odalarımıza girmeli, diye düşünüyor sayın psikiyatri profesörü. Bugün kaç çocuk yapacağımızı belirlemek için girer yatak odamıza hükümet, yarın başka bir şey için.
Devam ediyoruz. “1960’lı yıllarda, ABD’de başlayan nikah karşıtı bir akım bütün dünyayı ciddi bir şekilde etkiledi. İnsanların birlikte yaşama bilinci zarar gördü. Feminist akımın kadını özgürleştirme hareketi, evliliği kurban etti. Bu nedenle Batı’da kurulan ailelerin yarısı dağılmakta.” Keşke bir psikiyatri profesörü evlilik psikolojisi ile ilgili bir kitap yazarken, önce kavramlar konusunda biraz netleşse ve dünyada yaşananları canı istediği gibi değil de, sosyoloji biliminin verileriyle tanımlasa. Belki de bunu kendi ideolojisini daha inandırıcı sunabilmek için kasten yapıyordur, bilmiyorum. Yazının bu aşamasında yani…
Ben hiçbir yerde, özel olarak ABD’de nikah karşıtı bir hareket olduğunu okumadım. Üstelik bu hareket bütün dünyayı ciddi bir şekilde etkilemiş. ‘60’lı yılların, özellikle de sonlarının en büyük özelliği, özgürlüklerin, insan haklarının ön plana çıktığı toplumsal hareketlerin yoğun olarak yaşandığı yıllar olmasıdır. Bununla birlikte cinsel bir devrim de yaşanmıştır, evet. Ama bütün bunlar; bir, ABD değil, daha çok Avrupa kökenli hareketlerdir; iki, bunlar doğrudan nikaha karşı bir hareket değil, dolaylı olarak nikahı da hedef alır. Ayrıca, evlilik psikolojisi üzerine yazılmış bir kitapta, aile ve evliliği birbiri yerine kullanmak büyük bir hatadır. Çünkü evlilik, aile kurmanın en sık kullanılan da olsa, yollarından biridir sadece. Bunu yalnızca tespit etmekle yetineceğim şimdilik, teorik tartışmasına girmeyeceğim.
“Suçun, şiddetin, intiharın, uyuşturucu kullanımının artması, ‘Ataerkil aileye dönelim mi?’ sorusunu dahi uyandırdı.” Tarhan’ın bu tespitleri hiçbir bilimsel dayanağı olmadan yapması, art niyet kuşkumu yavaş yavaş arttırıyor. Bir kere suçun, şiddetin, intiharın, uyuşturucu kullanımının artışını nasıl oluyor da hiçbir şüpheye mahal yokmuş gibi ‘ailelerin yarısının dağılmasıyla’ bağlantılı görüyor Tarhan? Bir de ataerkil aileye dönüş hangi çevrelerde tartışılmaya başlandı, söylese de öğrensek.
Giriş bölümünden kitaba ancak geçiyoruz. “Evlilik, (…) resmi olarak kabul edilmiş tek birliktelik şeklidir.” Bunun yanlış olduğunu, insanların evlilik olmadan da birlikte yaşamalarının birçok Batı ülkesinde yasal olarak düzenlendiğini hepimiz biliyoruz sanırım. Ama bu bir dejenerasyon olduğu için sanırım sayın Tarhan tarafından görmezden geliniyor. “(…) insanın genetik algoritması, doğal yapısı evlenmeye yöneliktir.” Of! 200 bin yıllık Homo sapiens tarihinde evlilik kurumu o kadar kısa bir süredir var ki. Antropoloji, sosyoloji, tarih bize bu bilgileri veriyor. Keşke okusak. Yoksa evlilik ile aile birbirine mi karıştı yine? Ama algoritma terimi orada çok şık durmuş. Gerçi ne alakası var, anlayamadım. Neyse…
Kitaba devam. Kadın ne ister, erkek ne? Tarhan’ın müthiş tespitini okuyalım önce: “(…) erkek aşk verir, cinsellik ister; kadın cinsellik verir, aşk ve sevgi ister.” Cinsellik fizyolojisi bile okumadı mı acaba sayın Tarhan? Buna ihtimal vermediğim için, bizi muhafazakar bakış açısı doğrultusunda kandırmaya çalışıyor olduğuna inanmaya başladım yavaş yavaş.
Şimdi başka bir bölüme geçiyoruz. Tarhan’ın sosyolojik tespitlerinin başladığı bölümler bunlar; ‘Modern çağın aileye bakışı?’: “Kapitalist sistem, aile kurumunu, erkek hakimiyeti-kadın hakimiyeti çatışması üzerine kurulan bir mücadele alanına sürükledi.” Erkek hakimiyetinin (ata erki) tarıma geçişle birlikte bundan takriben 6 bin yıl kadar önce başladığını Tarhan’ın bildiğini var sayıyorum. Peki o zaman amacı ne bu çarpıtmayı yaparken? Yoksa kapitalist sistem derken, yine ‘68 hareketiyle birlikte kadının özgürleşme mücadelesinin başlamasından mı bahsediyor? Peki bu özgürleşme mücadelesinin aile ile değil, evlilik kurumuyla bir derdi olduğunu bilmiyor mu? Bu mücadele “evlilik dışı birlikte yaşamayı teşvik etti” diyor. Evlilik dışı birlikte yaşamanın bir dejenerasyon değil, çağın gerektirdiği bir değişim olduğunu kabul edebilmek için değişime açık olmak, yani tutucu olmamak gerekiyor sanırım.
Flört, “evlenilecek kişinin tanınması adı altında ‘sevgili olunmadan, evlilik olmaz’ anlayışının bir ürünüdür aslında. (…) Flört tarzında yaşanan birlikteliklerin bedelini genellikle genç kızlar öderler.” Tarhan’a göre, flört sırasında cinsellik yaşanması genç kızın ‘kendini kullanılmış hissetmesine’, erkeğin de ‘kolay elde ettiği kadına’ değer vermemesine neden olur. Ne diyebilirim ki, cinselliğe bu gözle bakan bir psikiyatri profesörüne? “Genç, evleneceği kişiyi kendisi seçmeli ama anne babası ya da yakın akrabaları da eş adayının evlenmek için uygun biri olup olmadığı konusunda söz sahibi olmalıdır.” Gerçekten artık kendimi yenilmiş hissediyorum.
“Çoğu evde, erkek eve geldiği zaman bir akşam sendromu yaşanır. Erkek eve girer girmez, eşi hemen ya çocuklardan ya da herhangi bir sorundan şikayet etmeye başlar. Erkek, o anda yorgun, işte yaşadığı sorunlardan ötürü zayıf ve kırılgan halde ise kontrolsüz biçimde tepki verir. Bu nedenle kadınlar problemleri anlatmak için akşam sessiz bir zamanı kollamalıdır.” (İtalikler bana ait). Akşam sendromu Tarhan’ın aile terapisi literatürüne kazandırdığı önemli bir kavram olacak önümüzdeki yıllarda.
Hangi zaman diliminde yaşıyor acaba Tarhan? Ya da bize zamanımızın gerçekliği olarak Anadolu köy ve kasaba hayatını mı sunuyor? Kadın ev kadını ve anne, erkek bütün gün dışarıda düşmanlarla boğuşuyor. Eve döndüğünde de evdeki saçma sapan sorunları çözmek değil, rahat ettirilmek istiyor. Böyle olmazsa eğer, tepki veriyor. Kadın o nedenle alttan almalı, kocasını rahat ettirmeli, mümkünse onu evin içindeki sıradan sorunlarla meşgul etmemeli. Eğer kendi çözemeyeceği kadar büyük bir sorunla karşılaşırsa da, kocasının eşref saatini beklemeli. Anladınız değil mi?
Şimdi gelelim en civcivli konuya; aldatmaya. “Aslında erkeğin aldatmaya meyilli olması onun doğasından yani biyolojik yapısından kaynaklanır. Erkekte neslini devam ettirebilmek için en iyi avantajı/eşi bulma eğilimi kadına göre güçlüdür. (…) erkekte sadece bir santimetreküp menide beş ila on milyon arasında sperm hücresi bulunur. Bu da erkeğin, neslinin devamı için kadına göre daha fazla cinsel beraberliğe girme eğiliminde olduğu anlamına gelir.” “Yok ya sayın profesör!” demek geliyor içimden ama demiyorum. Derin bir nefes alarak daha nazik yorumlamaya çalışıyorum. Maalesef sayın Tarhan okuduklarını unutmuş ya da birbirine karıştırmış. Tekrar bakmaya zahmet etmediği için de aklında kaldığı gibi yazıyor. Nasılsa profesör o. Dayanmaya çalıştığı evrimsel psikolojiyi bile anlamamış, karıştırıyor. ‘Neslini devam ettirmek için en iyi eşi bulma eğilimi’ kadında var evrimsel psikolojiye göre. Erkekte değil. Neyse geçelim. Santimetreküp menideki sperm sayısının çokluğunu daha fazla cinsel ilişkiye girme eğilimi olarak açıklamak herhalde dünyada başka hiç kimsenin aklına gelmezdi. Gittikçe fenalaşıyorum ama başladım bir kere yazıya.
Geldik şimdi bir de inanç ve aldatma ilişkisine. Burada da harika bir yorumu var sayın Tarhan’ın. “İş hayatında, bakımlı ve kozmetik sanayinin desteğiyle bir şekilde sevimli kadınlarla karşılaşan erkeğin, evde kendisine ilgi göstermeyen bir eşi varsa, evlilikte olumsuz hava oluşur. Böyle bir durumda erkeğin inancı da zayıfsa, cinsel sadakatini devam ettirmesi güçleşebilir.” (İtalikler bana ait). Değil mi ya? Kadın evde ilgi göstermezse erkek ne yapsın ki? Neyse ki, inançlı erkekler var. Ama ya inanç da zayıfsa? Yalnız sayın Tarhan’a naçizane bir katkım olsun isterim; kadının cinsel çekiciliğinden bahsederken, onu sevimli diye tanımlamak pek yerinde gelmedi bana. Çekici, seksi, cazibeli filan desek daha uygun bir sıfat seçmiş olmaz mıyız? Hala neden uğraşıyorum, ben de bilmiyorum aslında.
Şimdi de duygudurum bozukluğu konusunda Türkiye’den gelen katkı. Sıkı durun! “(…) depresyona sebep olan en önemli olayların başında cinsel sadakatsizliğin geldiğini söyleyebiliriz.” Kim kim söylüyor bunu acaba? İnsan merak etmeden duramıyor.
‘Ayrılığın en çok kadını yıprattığı’ tespitine yer verelim ve bitirelim. Not olarak belirtmeliyim ki bütün dünya istatistikleri tam tersini söylüyor. Ama sayın profesörümüz öyle buyurmuşlar bir kere. Yoksa biz derken, çoğul bir ben’den mi bahsediyor Tarhan?
Aslında bütün bunları kendime ve size niye yaptığımı bilmiyorum, anneler gününde sinirlerim bozuldu. Neden insan güzel bir cumartesi günü, kendine iyi gelecek bir kitap okumaz ki? Ama sayın Tarhan’a teşekkür etmeliyim. Kadın ve evlilik üzerine birkaç bilimsel makale ve kitap karıştırma isteği, özlemi uyandırdı bende. Gelecek yazıda kaldığım yerden devam etmek istiyorum.