KEMAL GÖKTAŞ
kemalgoktas@diken.com.tr
@kemalgoktas
Yargıtay başsavcılığının Cumhuriyet davasındaki tebliğnamesi, basın özgürlüğü konusunda önemli bir adım olarak algılandı.
Başsavcılığın temyiz süreci ile ilgili karar verecek olan daireye gönderdiği karar, gerçekten de birçok açıdan önemli tespitler içeriyor.
En önemlisi, tebliğname Cumhuriyet’e yönelik kurulan kumpası deşifre ediyor. Saray destekli bir operasyonla uzaklaştırılan Cumhuriyet’in eski yönetimine yönelik komploları açığa çıkarıyor.
‘Eski’ Cumhuriyetin yayın politikasına yönelik suçlamaları desteklemek üzere ‘FETÖ’ bağlantısı arayan savcılık, akla hayale gelmedik suçlamalar ileri sürmüştü.
Tebliğname işte bu ‘komplo’ları da bir bir çürütüyor.
Adım adım bakalım:
Yayın politikası değişikliği suç olamaz…
-Tebliğnameye göre ‘haklarında FETÖ soruşturması olan veya Bylock kullanıcısı olduğu tespit edilen kişilerle görüşme yapılması veya mesajlaşma olması terör örgütüne yardım suçunun delili olamaz’. Yani evine parke döşeyen ustanın, tatil için aradığın turizm şirketinin, pide ısmarladığın lokantacının ‘FETÖ’den soruşturulması nedeniyle kimseyi suçlamayazsın.
–“Cumhuriyet Vakfı’ndaki genel kurullar, seçimler, müzakerele ve yaşanan tartışmalar, sanıkların Vakıftaki görev ve sorumlulukları dolayısıyla Cumhuriyet gazetesinin terör örgütlerine yardıma dönüşen yayın politikasındaki değişikliğe çanak tuttukları iddiası ‘olgusal içerikten’ yoksun.” Yani Alev Coşkunların, Mustafa Balbayların iddia ettiğinin aksine Cumhuriyet hiçbir zaman ‘FETÖ’nün ya da başka bir örgütün lehine yayın yapmadı.
-Yazılan yazı içeriklerinin suç unsuru taşıdıklarına ilişkin iddia olmaksızın Abant toplantılarına salt katılmanın ‘terör örgütüne yardım’ suçunun delili olamaz. Öyle olsaydı AKP’li üst düzey siyasetçilerin en az yarısı cezaevinde olurdu.
–“Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı’nın tertip ettiği kahvaltıya katılarak FETÖ üyeliği suçundan yakalama kararı bulunan kişilerle fotoğraf çektirmek terör örgütüne yardım suçuna delil olamaz.” Fotoğraf işine girilirse AKP’de yönetici kalmayabilirdi.
-İddianamede farklı soruşturmalara konu edilmiş olayların PKK ile ‘FETÖ’ mensuplarının birlikte eylem planlamalarına ilişkin iddialarla sanıkların ilişkisi yoktur. Balbay’ın “Cumhuriyet’te FETO’culuktan Kürtçülüğe kadar her şey serbest, CHP milletvekili olarak yazı yazmak yasak” tweetinde ifade ettiği saçmalığın hiçbir hükmü yok.
–“İçerikleri itibariyle yorum ve eleştiri sınırları içinde kalan ve suç unsuru taşımayan sosyal medya paylaşımlarının sanıklar aleyhine terör örgütüne yardım suçunun delili olarak kabul edilemez.”
-Aydın Engin ve Hikmet Çetinkaya’nın yazıları bilgi edinme, yayma, eleştirme ve yorumlama niteliğindedir. Suç olarak kabul edilemez.
Bütün bu değerlendirmeleri yaparken sayfalar dolusu Anayasa hükümlerine yer veren, Anayasa Mahkemesi ve AİHM kararlarından düşünceyi ifade etme ve basın özgürlüğü üzerine kararları anlatan başsavcılık, iş Ahmet Şık ve Emre İper’e gelince birden bütün bu yazdıklarını unutuyor.
Emre İper’le ilgili süreci, Cumhuriyet davasının avukatlarından Tora Pekin Diken’e yazdığı ‘Emre İper’in çiğnenen onuru’ başlıklı yazıda çarpıcı bir dille anlatmıştı. Onu buraya bırakıp devletimizin ve yargının Ahmet Şık’la olan derdine gelelim.
Şık’a ayrı tarife
Ahmet Şık, 28 yıllık gazetecilik hayatı boyunca askerin, polisin, derin devletin, ‘FETÖ’nün ve AKP’nin hedefinde oldu. Bunun nedeni üzerinde çok uzun analizler yapmaya gerek yok. Çünkü Şık, her daim hak haberciliği yaptı ve sözünü sakınmadan, başka ‘formlara’ sokmadan, doğru bildiği biçimde dile getirdi.
Başsavcılığın tebliğnamesinde Cumhuriyet davasında bütün sanıklara beraat istenirken Şık’a yine ayrı bir tarife uygulanması da bundan.
Aslında bu tarife daha Cumhuriyet soruşturması başladığında devreye girmişti. Soruşturmada ‘yayın politikası değişikliği’ne delil olarak gösterilen haberleri yazan hiçbir muhabir yer almazken bir tek Şık, gözaltına alınıp tutuklanmıştı.
Tebliğname de bu tarifeyi devam ettirip Ahmet Şık dahil, bütün ‘sanıkların’ terör örgütüne yardım suçundan cezalandırılmasının hukuka aykırı olduğunu ayrıntılarıyla açıklarken, iş Şık’a geldiğinde yazıları ve sosyal medya paylaşımlarında suç unsuru görerek, cezalandırılmasını istiyor.
Haberlere, tweetlere 37 yıla kadar hapis…
Tebliğnameyi hazırlayan iki savcı, Ahmet Şık’ın çözüm süreci sürerken PKK yöneticisi Cemil Bayık ve savcı Mehmet Selim Kiraz’ı öldüren DHKP-C’lilerle yaptığı röportajların yanı sıra ‘Bizimki gazetecilik, sizinki ihanet’ başlıklı haberinin ‘terör örgütü propagandası’ suçunu oluşturduğunu iddia etti ve her birinden ayrı ayrı cezalandırılmasını istedi. Yani Şık’ın, üç ayrı haberi için her biri 1.5-7.5 yıl arası hapis olmak üzere toplam 4.5-22.5 yıl arası hapis cezasıyla cezalandırılması istendi. Tebliğnamede ayrıca şu tweetlerin ‘zincirleme biçimde örgüt propagandası’ suçunu oluşturacağı ileri sürüldü:
“ABD ve AB’nin cihatçı teröre karşı müttefikimiz dedikleri PYD’nin terör örgütü olduğunu kanıtlamaya çalışanlar olağan şüpheli olamaz mı?”
“Savaş, PKK ile ülkenin belirli bir bölgesinde arada kesintiler olsada 1984’den bu yana var.”
Bunun da karşılığı 1 yıl 4 aydan 8 yıl 9 aya kadar hapis.
İki Yargıtay savcısı, Ahmet Şık’ın “Tahir Elçi’yi tutuklamak yerine katletmeyi tercih ettiler. Katil sürüsü bir mafyasınız”, “Katil devlettir deyince bozuluyorsunuz” ve “Suikastçının Nusra’cı değil FETÖ’cü olduğunu kanıtlama gayretindeki iktidar ve yancıları katilin polis olduğu gerçeğini ne yapacaksınız” sosyal medya paylaşımlarının da ayrı ayrı Türk Ceza Kanunu’nun 301’inci maddesinde düzenlenen ‘devletin kurum ve organlarını alenen aşağılama’ suçunu oluşturduğunu savundu. Savcılığın talebi yerinde görülürse Şık, bu paylaşımlarından ötürü 1.5 yıldan altı yıla kadar hapisle cezalandırılacak.
Yani savcılık, yerel mahkemenin ‘terör örgütüne yardım’ suçlamasından 7.5 yıl hapis cezası verdiği Şık için bu suçtan beraat verilmesini istedi ama haber ve düşencelerinden ötürü alt sınırı 7 yıl 4 ay, üst sınırı 37 yıl 3 ay olan bir ceza istemiş oldu.
Şok edici düşünce nedir?
Yargıtay başsavcılığının tebliğnamesinde yer verilen kriterlere göre Şık’ın sosyal medya paylaşımları nedeniyle cezalandırılması tamamen hukuka aykırı. Aksi takdirde AİHM ve iç yargı içtihatlarına göre ‘şok edici, rahatsız edici’ görüşlere bile özgürlük tanınmasını savunan tebliğnamenin anlamı kalmıyor.
Şık’ın ‘propaganda’ suçunu oluşturduğu iddia edilen haberlerine ceza vermek de yine aynı tebliğnamede uzun uzun anlatılan basın özgürlüğüne önemli darbe vurulması anlamına gelir.
Yani tebliğnamenin mantığına göre Şık, PKK, DHKP-C ve ‘FETÖ’nün ayrı ayrı propagandasını yapmış oluyor. Kanuna göre propaganda suçu özel kastla işlenen bir suç. Yani herhangi bir ifadenin ‘terör örgütü propagandası’ olarak sayılması için kişinin o örgütün propagandasını yapma niyetinin açık olması gerekiyor.
Biri çözüm sürecinde gazetecilerin yol geçen hanına çevirdiği Kandil’deki örgüt yöneticileri ile röportajın bu suç kapsamına alınması ayrı bir garabet.
Eylemcileri eleştiren sorular
Selim Kiraz’ı öldüren örgüt mensupları ile yapılan röportajda ise Şık, eylemi meşru göstermek bir yana, sorduğu sorularla eylemin yanlışlığını vurguluyordu. Şık, röportajda örgüt mensuplarına “Silahlı eylem yapmak adaleti sağlar mı”, “Talep karşılanmazsa savcı Bey’i cezalandıracağınızı söylüyorsunuz. Bu meşru mu”, “Savcının sağlık durumu nasıl? Kendisiyle konuşabilir miyiz”, “Kendisinin (savcı Kiraz’ın) Berkin Elvan’ın faillerinin bulunması için çaba harcadığına ilişkin haberler var medyada”, “Berkin Elvan’ın öldürülmesi kamuoyunun geniş kesimi tarafından zaten tepki toplamıştı. Cenazesine katılan yüz binlerce kişi de bu haksızlığa isyan etmişti. Eyleminiz bu meşru zemini ortadan kaldırmıyor mu” sorularını yöneltmişti.
‘Katakulli’ ile delil yaratmak
Hukuki açıdan daha da vahimi Şık hakkında Cumhuriyet soruşturmasından tam iki yıl önce soruşturma yürütülmüş ve savcı Umut Tepe suç unsuru bulamadığı için takipsizlik kararı vermişti. Buna rağmen Cumhuriyet soruşturmasında Şık’ı sorgulayan savcı Fahrettin Kemal Yerli, özellikle troll hesaplar tarafından Şık’ı hedef göstermek için kullanılan bu söyleşi ile ilgili sorular yöneltti. Şık ve avukatları ise bu konuda takipsizlik kararı verildiğini hatırlatarak, yeni bir suçlamada bulunulamayacağını belirtti. Buna rağmen iki yıl önce takipsizlik kararını veren savcı Tepe, Sulh Ceza Hâkimliği’ne başvurarak takipsizlik kararının kaldırılmasını istedi. Tepe’nin kanundaki düzenlemeyi aşmak için ileri sürdüğü ‘yeni delil’ ise Şık’ın örgüt mensupları ile telefonda görüşmesi, yani HTS kayıtları oldu. Oysa zaten Şık militanlarla telefonda görüştüğünü haberinde yazmış ve ifadesinde de söylemişti! Buna rağmen mahkeme talebi kabul etti ve savcılığın daha önce akladığı röportaj Cumhuriyet dosyasına girdi.
Herkese serbest, Şık’a yasak
Çözüm sürecinde Kandil’de ve hatta yurt içinde dağlık alanlarda PKK’lilerle yapılan yüzlerce röportaj yayımlandı. Hatta PKK’nin silahlarını yurtdışına çıkaracağını açıkladığı basın toplantısına Anadolu Ajansı muhabiri dahi katılmıştı. Basın toplantısının ardından da Murat Karayılan Milliyet, Vatan, Radikal ve CNN Türk’ün önemli isimleri ayrıca özel röportaj yapmış ve bu söyleşinin haberleri gazetecilik başarısı olarak kutlanmıştı.
Anayasa Mahkemesi, Adalet Bakanlığı….
Üstelik hukuken terör örgütü sayılan örgütlerin veya yöneticilerinin açıklamalarına yer vermek Anayasa Mahkemesi’ne göre de suç kabul edilmiyor. Anayasa Mahkemesi, Abdullah Öcalan’ın Atatürk’ü genel olarak öven sözlerindeki ‘Kürdistan’ ifadesine yer veren Ülkede Özgür Gündem gazetesine el konulması ve gazetenin imtiyaz sahibi ile yazı işleri müdürüne dava açılmasını, basın ve ifade özgürlüğünün ihlali saymıştı. Kararda yasadışı bir örgütün mensubunun veya yöneticisinin şiddeti övmedikçe görüş ve düşüncelerini açıklamasının tek başına cezalandırma nedeni olamayacağı belirtilmişti.
Yargıtay teblignamesinde ise Bayık röportajı başlı başına suç olarak gösterilirken hangi ifadeyle şiddetin övüldüğü belirtilmiyor.
Tebliğname ayrıca, Ahmet Şık’a ‘devleti aşağıladığı’ gerekçesiyle de ceza verilmesini istiyor. Oysa bırakın AİHM’i, Anayasa Mahkemesi’ni, Adalet Bakanlığı bile ‘katil devlet’ demenin suç olmadığını düşünüyor. Bakanlık, çok değil üç yıl önce bu slogan hakkında soruşturma açılmasına ‘ifade özgürlüğü’ gerekçesiyle izin dahi vermemişti.
Şapkadan çıkan tavşan
Tebliğnamede bütün bunları aşan bir başka hukuksuzluk ise Şık’a isnat edilen suçlamalara ilişkin Basın Kanunu’na göre dört aylık dava açma süresinin dolmasından sonra dava açılması konusunda ortaya çıkıyor. Şık’ın suçlanan haber ve yazılarına yasal süre olan dört ay içinde dava açılmadığı için normalde düşme kararı verilmesi gerekiyor. Oysa Yargıtay savcıları, Şık’a yönelik özel tarifede bu olasılığı bertaraf etmek için karmaşık ve anlaşılması güç bir argümana sarılıyor. Savcılar da Basın Kanunu’na göre dört aylık sürede dava açılması gerektiğini kabul ediyor ama özetle “Basın Kanunu’ndan değil, terör örgütüne yardım suçundan dava açıldığına göre bu süre işlemez” diye özetlenecek bir görüşü savunuyor. Bu zorlama mantığa göre savcılar bundan sonra dört aylık süre geçtikten sonra gazetecilere Basın Kanunu çerçevesinde değil, başka bir kanuna dayanarak dava açabilir, böylece kanundaki dört aylık süre sınırlamasından da kurtulmuş olur. Savcıların bu mantığına göre Basın Kanunu’ndaki dört aylık sürenin hiçbir anlamı da kalmamış oluyor.
İlkesel değil, konjonktürel
Yargıtay tebliğnamesi, ne yazık ki, Cumhuriyet davasında bir komployu deşifre ederken ortaya koyduğu hukuksal performansı Ahmet Şık ve Emre İper söz konusu olunca bir yana bırakıyor. Bu durum da tebliğnamenin basın özgürlüğü konusunda ‘ilkesel’ değil, ‘konjonktürel’ bir adım olduğu gerçeğini gösteriyor.