Akın Atalay ve Murat Sabuncu bir yıldır cezaevindeler. İçi boş bir iddianamenin ve duruşmalarda vodvile dönen bir yargılamanın rehini olmaya devam ediyorlar. Daha doğrusu ülkenin reisi olduğu ilan edilen gücün öfkesinin, korkusunun, hıncının esirileri. Bugün Türkiye’de cezaevlerini dolduran diğer gazetecilerin ezici çoğunluğu gibi, “suçları” gazeteciliğin yegâne değil ama en önde gelen görevini yapmış olmak. İktidarın hoşlanmadığı, rahatsız olduğu bilgileri bulup çıkarmak, bunların doğruluğunu denetledikten sonra, halkın bilgisine sunmak.
Sevgili Akın, Sevgili Murat, Cumhuriyet’in, her türlü zorluğa ve imkânsızlığa karşı gazetecilik direnişini sürdürmeye çalışan diğer meslektaşların burada yapmaya çalıştığı gazeteciliğin benzerini yapanlar, artık milliyetçi/ulusalcı- İslamcı koalisyonun açıkça düşman ilan ettiği ülkelerde elbette cezaevine konmuyor. Ne de Paradise Papers belgelerinde adları geçenlerin hışmına uğrayıp, haklarında tazminat ve hakaret davaları açılıyor.
Sevgili Akın, Sevgili Murat siz ise artık bir yılı aşan bir süreden beri aynı şeyi, gerçek gazeteciliği yaptığınız için tutuklusunuz. Tutuklu ve tutuksuz yargılanan gazetececilerin çetelesini artık tutamaz olduk. Tüm eksik ve kusurlarına rağmen demokrasi ile diktatörlük arasındaki fark, tam bu değil mi?