HÜRREM SÖNMEZ
Siz aşktan n’anlarsınız bayım…*
Bu ülkede yaşadığımız hiçbir şeyin tesadüf, kaza, makus kader olmadığının farkındayız uzun zamandır. Yargının kadınlara karşı işlenen suçlarda erkekler lehine verdiği kararlar, o ağır tahrikler, iyi haller, saygın tutumlar bir politikanın sonucu ve yargının dahil edildiği bir tür toplum mühendisliğinin parçası.
Çünkü bizim yargımız bize ve devletimize benzer; az gelişmiş, ahlakçı, muhafazakar ve bir o kadar da ‘erkek.’ Mahallenin namus bekçisi, kaba milliyetçilik taslayan lumpen ergeni ile mahkemelerimizin hakimi savcısı arasında fazla bir fark göremediğimiz zamanlar daha sıklıkla yaşanıyor artık.
Hatice Kaçmaz TRT sanatçısıydı, aşkına karşılık vermediği erkek tarafından geçen yıl 16 bıçak darbesiyle öldürüldü.
Mahkeme Hatice Kaçmaz’ı öldüren ‘çılgın aşığın’ bu cinayeti tasarlayarak değil, ‘içindeki tutku derecesindeki aşırı sevgiden kaynaklı duygusallığın etkisi ve ruh hali üzerinde yarattığı hiddetle’ işlemiş olduğuna kanaat getirdi. Fail, Hatice Kaçmaz’la buluşmak için parka giderken yanına bıçak almış, bir kez daha reddedildiğinde de tam 16 kez saplamıştı bıçağı ama mahkemeye göre o bıçağı yanına alırken Hatice’yi öldürmeyi düşünmemişti. Tutku derecesindeki aşırı sevgisinin, duygusallığının ve hiddetinin kurbanıydı. Sanki bir cinayet davasında gerekçeli karar değil de televizyon dizisine senaryo yazıyordu sayın mahkeme.
Cennet bir cezasızlık iklimi
Evlenme teklifini reddettiği erkek tarafından öldürülen Hatice Kaçmaz bu toprakların reddedilmeye tahammülü olmayan ‘erkek sahipleri’ tarafından öldürülen ilk kadın değil elbette…
Farklı farklı halleri vardı ya aşkın, diğer pek çok şeyde olduğu gibi aşkın da öldüreni düşmüştü demek buralara… Nitekim aşk gibi vatan sevgisinin de öldüreni makbuldü memleketimizde. Daha birkaç gün önce 90’lı yıllarda 21 kişinin ölümünden sorumlu tutulan sanıkların beraatine karar verilmemiş miydi?
Huzuru ve güvenliği sağlamak için öldüren devletin, aşkı ve tutkusu için öldüren erkek vatandaşları ve sırtlarını sıvazlayan mahkemeleri ahenk içinde yaşayıp gidiyorlar görünen o ki. ‘Aşırı’ tutkulu aşıklar ve ‘aşırı’ milliyetçi kahramanlar için cennet bir cezasızlık iklimi.
Mahcubiyet ve nedamet buraları terk edeli çok vakit olmuş
Antalya’da bir kadın “Ölüyorum kurtarın” diye bağırırken, konut dokunulmazlığını ihlal etmekten imtina eden nazik ve ‘aile mahremiyetine saygılı’ polislerimiz kadın öldürülene kadar kapıda bekliyordu da ‘terör operasyonu’ adı altında kapıyı kırarak evlere girerken, gencecik kadınların kafasına sıkarken hiç tereddüt etmiyordu.
Öte yandan memleketimizin vatanına, kadınına tutkuyla bağlı bütün şüpheli ve sanıkları sihirli cümleleri çoktan keşfetmiş durumda…
“Ben vatanını milletini seven bir insanım, vatana hizmet ettim” olmadı mı? O zaman size, “Erkekliğime dokundu, namusumu temizledim” verelim. Biri uymazsa diğeri mutlaka uyar. Sahte içki satarak insanların ölümüne sebep olan şüpheli gözaltına alınırken şöyle bağırıyordu kameralara: “Beni niye çekiyorsunuz? Gidin polisimize askerimize saldıran hainleri çekin” Mahcubiyet ve nedamet buraları terk edeli çok vakit olmuştu nasılsa.
Bu vatanın yiğit evlatlarının hakkını teslim etmekten geri durmayan mahkemelerimiz, verdikleri her hukuksuz kararla yerlerinin kimin yanı olduğuna işaret ediyorlar aslında. “Çok seviyormuş öldürmüş”, “Tecavüzde kadının rızası varmış” derken de faili meçhullerin faillerini beraat ettirirken de aynı vahşi nizama selam gönderirler kürsüden.
Bütün bu yaşadıklarımıza karşılık gelen kelime, adaletsizlik, haksızlık filan değil ‘çürüme’dir artık. Dur durak bilmeyen bir çürüme içinde bir avuç insan, “Unutmayacağız, affetmeyeceğiz, yargılanacaklar” demeye devam etmekte nefesi yettiğince. Hukuk da ahlak da darmadağın olmuş, toplumun yarısı seçimini güçlünün, kabadayılık taslayanın yanında durmaktan yana yaptığını ilan etmişken, bir avuç insan bu çürümeye karşı varlık ve haysiyet mücadelesine devam ediyor.
Yalnız değiliz demiştim bundan önceki yazımda, yalnız değiliz evet ama yıkıntılar arasında yakınlarını arayan öksüz savaş çocukları* gibiyiz. Bir meyhanede hiç tanışmadan aynı içli şarkıya katılarak nemli gözlerle birbirine bakan insanlarız biz şimdi bu ülkede. Bir taşra birahanesinin sessizce aynı televizyon ekranına bakan efkarlı müdavimleri gibi ya da.
Kimileri gitmek istiyor artık, yaşanmaz buralarda diyenler var. Lakin gidenler ve gitmek isteyenler de gayet iyi biliyor, nereye giderlerse gitsinler kökü olmayan ama gövdesi içten içe çürümeye devam eden yalnız ağaçlar gibi olacaklarını.
* Didem Madak
** Murathan Mungan