GÜLŞAH GÖRÜCÜ
365 gün, altı saat, bir saniye. O bahsedilen bir saniyeyi kendi uzamımızda yaşamanın pek bir ihtimali yok gibi. Altı saati zaten pas geçiyorum, elde var 365. İçler dışlar çarpımı yapıyorsun, hesabı tutturamıyorsun, komşuya gidip bir 10’luk alayım diyorsun, komşularının şehirleri yangın yeri.
Çarpıyorsun, bölüyorsun, topluyorsun, çıkartıyorsun. ‘İşlem sırası’ diye öğrettikleri var, uyguluyorsun. Nafile. Günün sonunda elde var hiç. 2016 galiba evrensel kürede 365 günde yakaladığımız hiçlikten başka da bir şey değil.
Biz –yine de, içine sığamadığımız hiçlikte– ve hala “Müzik susturulamaz!” diyelim.
Çünkü zaten susturulamaz.
Pascal Quignard, “The Hatred of Music”te, müzik ile ilgili herhangi bir eylemi anlatırken kelimelerin etimolojilerine dokunarak ‘duyma (audire)’nın bir başka Latin kökenli kelime olan ‘itaat etme (obaudire)’nin bir parçası olduğunu, itaat etmenin bir şekilde duymaya içkin olduğunu söylüyor.
2016 müzik anlamında, tam da bu noktada bu ilişkinin tam tersine dönmesine, müzik endüstrisinin 70’lerden bu yıllara yarattığı ana akım ve alternatif müzik –ki bunun da ismini ana akım karar vermiştir- dikatomisinde çatlaklardan sızan bağımsız müziğin yükselişine sahne oldu.
İlk örneklerinin yaşandığı Kanada, Avustralya ve Britanya’da açılan çatlaklardan sızan bağımsız müzik, bambaşka bir soyut müzik ekonomisinin doğuşuna ev sahipliği yaptı. Bağımsız olan, duymanın içindeki itaati sorguladı.
‘Arap Baharı’nın ardından yarımadada yükselen alternatif rock ve elektronik müzik de, Avustralya’da küllerinden doğan saykodelik rock da, Türkiye’de bağımsız şarkıcı/söz yazarı kimlikli müzisyenlerin artık ana akımda yerini bulmaya başlaması da, hep bununla ilgili oldu 2016’da.
Her coğrafyanın bağımsız müziği kendine, bizim burada tecrübe ettiğimiz ise, uzun zamandır duymadığımız kadar farklı janrlarda üretim.
Bu üretimi güzel kılan ise içinde saklanan; en hakkaniyetlisinden ve en haklısından bir muhaliflik.
2013 Haziran’ından bu yana yükselen bağımsız müzik 2016’da kılık değiştirdi, şekil değiştirdi, cinsiyet rollerini yerinden oynattı. Kılık değiştirdi çünkü mesela Youtube’dan canlı dinleyip efkarlandığın Kalben’in “Sadece”si radyonda da çalmaya başladı.
Sonra şarkının ardından giren sigorta reklamında da Kalben söylüyordu. Sonra olaylar gelişti.
Şekil değiştirdi, çünkü ‘başka türlü bir müzik’ denenir oldu. Başka sesler duymaya başladık, eskiye referansın en güzelinden ve en cesurundan yapıldığı konserlere gittik.
Günün sonunda, her bağımsız müzik kendi ekonomi politiğinde, kendine özgü bir söylem ve üslup bulup deviniyor.
Cinsiyet rollerini yerinden oynattı çünkü sahnede daha çok kadın görmeye başladık mesela. Daha çok gitar çalan kadın görmeye başladık.
Böyle deyince kulağa saçmalık gibi gelebilir ancak her derdi olan dönem, kendi kadın müzisyenlerini yaratıyor, o kadınlar hatırlanıyorlar.
Janis Joplin gibi, Ella Fitzgerald gibi, Amy Winehouse gibi, Joan Baez gibi (Joan Baez’e birazdan geleceğim) bağımsız sahnede kadınların yükselişiyle taçlanmasının senesi oldu 2016.
Büyük şehirlerin büyük konser salonlarında gerçekleştirilen etkinliklerinde ‘günümüz şartları’na göre ciddi anlamda yüksek sayıda katılım olması, alternatifin pastanın en büyük payını alan büyük plak şirketlerinin kataloglarında kendine daha çok alan bulması ve bağımsızın kendini sokakta gösteriyor olması, ileride ‘bizim dönemde’ diye anlatacağımız hikayenin başlangıcı.
2016, Türkiye’nin kült rock gruplarının yerini nasıl güzel edindiğinin en büyük kanıtı gibi.
Athena, Duman, Mor ve Ötesi, Şebnem Ferah, Teoman ve daha nicesi…
Bu senenin en çok bilet satılan, en kalabalık konserlerine imza atanlar. 2016, rock müziğin Türkiye’de bir şekilde ve her dönemde yaşayacağının turnusol kağıdı oldu.
Zeytinli Rock Festivali’nin kamuoyu baskısı ile izin krizinin üzerine basıp geçmesi, binlerce müzikseverle festivalin cayır cayır gerçekleşmiş olması artılar hanesinde bu sene.
Eksiler hanesinde ise Joan Baez ve İstanbul Caz Festivali zamanında yaptığı talihsiz açıklama var.
Neyse ki, Joan Baez’in kaçırdığı bir nokta var: 2016’yı, bir elimizde, içlerinde Türkiye müzik hayatında yeri çok büyük olan müzik festivallerinin iptalinin olduğu, diğer elimizde ise müziğin sesinin ‘sokağı dönünce bile’ yükseldiği yıl olarak kapattık.
İş dönüşü, elinde market torbalarıyla, Kaan Tangöze’nin Cumhuriyet Gazetesi önünde gitarı ve mızıkasıyla şarkı söylediğini görebileceğiniz kadar.
Halbuki Joan Baez de 1965’te aynısı yapıyordu.
Dünyada ise kafalar iyice karıştı. Ana akım medyanın her yıl, her ay ve neredeyse her gün çıkardığı Top10, Top20, Top50 listelerinde bir şekilde ‘alternatif’ olanın liste başı olduğunu gördük. Trump zafer konuşmasını yaparken arkada The Rolling Stones’dan “You Can’t Always Get What You Want” çalıyordu mesela.
Patti Smith, Bob Dylan’ın ödülünü almaya gitmediği Nobel Ödül Töreni’nde Bob Dylan’ın “A Hard Rain’s A-Gonna Fall”unu söylerken şarkının sözlerini unuttu, Nick Cave’in oğlunu kaybetmesinin ardından yayınladığı albümünü dinledik, Thom Yorke’un eşini kaybetmesinin ardından bundan sonra ne ile karşılaşacağımızı merak ettik.
Düşünsenize, kocaman bir koro uçak kazasında yok oldu.
Çok fazla kaybettik. Scott Weiland, Lemmy Kilmister, David Bowie, Sharon Jones, Prince, George Michael, Leon Russell, Leonard Cohen, John Berry, Debbie Reynolds, Merle Hoggard, Phife Dawg, Frank Sinatra, JR., Joey Freek, Denise Matthews, Maurice White, Paul Kantner, Glenn Fery, Dale ‘Buffin’ Griffin, Pete Huttlinger.
Çok fazlası tamamladı hayatını. Değil mi ama?
Mars’ta yaşamı sorup durduk birbirimize, herkes Mars’a taşınmaya karar verdi. Kimse gidemedi. Halbuki yukarıda saydıklarımdan biri yıllar önce bunu zaten sormuştu.
2016’nın ilk yazısına “Akıp giden bir bataklığın içindeyiz ve artık David Bowie de yok” diye başlamıştım.
Glam-rock astronotu David Bowie’nin ardından 2016 daha insafsız geçti.
Neyse ki geri kalan şey sessizlik olmadı. 57 yaşında bir Prince var şu an. 7 yaşında piyanoya başlamış, 13 yaşında gitar ve bir sonraki yıl davul; bir otodidakt. Babası John Nelson var.
Caz müzisyeni Mr. Nelson’a bir gün soruyorlar, “Çocuğunuzun adını niçin Prince koydunuz?” diye; “Benim yapamadığım her şeyi onun yapmasını istedim” diye yanıt veriyor. Prince yapıyor şimdi işte. Hem de morlar içinde.
George Michael var, 53 yaşında. 17 yaşında “Careless Whisper”ı yazabilecek kadar hissetmiş. Dünyada kaç bin çiftin bu şarkıda ilk danslarını ettiklerini bir düşünün, o kadar farkında o da ne yaptığının.
Leonard Cohen var, bas sesi 82 yaşında bir keşiş. “Sen karanlığı istiyorsun. Ben buradayım, ben buradayım” diyor.
İyi şarkılar dinledik bu sene. 2015’in aksine 2016 bol albümlü geçti. İnadına sesi açtık. Sesi açtıklarım listesinde bu sene bu albümler yer aldı:
Michael Kiwanuka – Love & Hate
Agnes Obel – Citizen of Glass
Cass MacCombs – Mangy Love
Olafur Arnalds – Island Songs
Kevin Morby – Singing Saw
Bon Iver – 22, A Million
Nick Cave & The Bad Seeds – Skeleton Tree
A.LA.NI – You & I
David Bowie – Blackstar
Jim James – Eternally Even
Leonard Cohen – You Want It Darker
Angel Olsen – My Woman
The Avalanches – Wildflower
Anna Meredith – Varmints
Frankie Cosmos – Next Thing
Beyonce – Lemonade
Nicholas Jaar – Sirens
Hamilton – I Had A Dream That You Were Mine
Solange – A Seat at the Table
Mitski – Puberty 2
Jenny Hval – Blood Bitch
Lady Gaga – Joanne
Weyes Blood – Front Row Seat to Earth
Müzik dinlemek hayatı keşfetmeye çalışırken yapabileceğiniz en özgür ve sonrasında sizi özgün kılacak deneyselliğiniz.
Onu kaybetmeyin, onu sıkı sıkı tutun. Anneannenizin eski radyosunu saklayın, babanızın plaklarına sahip çıkın, annenizin zamanında kesip sakladığı “yılın en iyi albümleri” listelerini dosyalayın, kardeşinizin aldığı yeni nesil kulaklarda müziğinizi son ses dinleyin.
Efkarlanın, isyan edin, ağlayın, öyle bir kahkaha atın ki evlerinizin camlarını kendiniz titretin, elalemin ‘sonic boom’larına o pabucu bırakmayın. Dans edin, hem dans edemediğiniz devrim, devrim değildir.
510.100.000 km²’lik dünyayı dinleyin. Deniz kabuklarını, volkanlar patlarken dünyanın çekirdeğini, balıkların yüzeye yaklaşırken çıkardığı hava baloncuklarının sesine kulak verin.
Sokağınızdan geçen bozacıyı dinleyin, metro raylarını dinleyin, vapur düdüklerine selam çakın, kar yağarken bir sessizlik oluyor hani, bunu da duyun.
2017 iyi gelsin. 2017 müzikle gelsin. 2017’de başka çatlaklardan müziğin yardımıyla sızabilme ihtimaline…