ERDAL GÜVEN
2003 yazı… İstanbul’un Bahçelievler semtindeki Emin Pastanesi…
Kıbrıs üzerine yazacağım bir kitap için ‘sıradışı’ bir akademisyenle konuşuyorum. Akademik derinliğini biliyorum, kitaplarından, derslerinden, konferanslarından, televizyon programlarından.
Hem mesafeli ve samimi hem de haddinden fazla bilgili. Sadece akademik olarak değil üstelik… Çünkü artık ‘büyükelçi’ sıfatıyla başbakanlık dış politika danışmanı aynı zamanda. Nerden baksanız bir gazeteci için bulunmaz nimet yani…
Ama her şey bir yana insani açıdan en etkileyici özelliği, tevazusu…
Ben soruyorum, o anlatıyor, Türkiye’nin Kıbrıs’ta çözüm şansını bir kez daha nasıl heba ettiğini… Hemen yüzünüzü ekşitmeyin, Kıbrıs meselesine girecek değilim. O görüşmenin konusuydu o. Bu yazının konusu başka.
‘Görüşme’ faslı bitip sohbet faslına geçince nerden aklıma estiyse, “Ahmet hoca, bu gidişle sizi siyasette de göreceğiz herhalde” diyecek oluyorum, biraz tahmin, biraz temenni babında.
Gülümsüyor, hak etmediği bir iltifat almışcasına… “Aman Erdal bey, nerden çıkardınız… Ben akademiyi bırakmam, bırakamam… Geçici bir durum bu…”
Sonra, derinlere iniyor ve bir İslam aliminin kendine şiar edindiği şu lafını hatırlatıyor: “Hangi siyasetçi ki ilime/ilim adamına yaklaşır, yükselir; hangi alim ki siyasete/siyasetçiye yaklaşır, alçalır.”
***
İki gün önce yine o konuşuyor… Köprünün altından çok sular aktı, daha da akacak belli ki…
Evet, o artık başbakan.
Ve o artık başbakan olarak konuşurken en etkili özelliği tevazu olmaktan çok ama çok uzak…
Şöyle diyor hitap ettiği kitleye, anamuhalefet lideri hakkında: “Cahillerle konuşmak zor oluyor arkadaşlar… Öğretmek gerekiyor… Karşınıza alıp ders vermek gerekiyor…”
Keyiften dört köşe kitlenin alkışları eşliğinde devam ediyor: “Kobani nerede dersin, Suriye’de bir şehir der… Yine de şaşırdım, Alaska’da ya da Pasifikler’de bir ada diyebilirdi…”
Kitle mest… Kendisi de…
Ve tamamlıyor: “Ama bizim çakma Gandhi, Gandhi nerede deseniz bilmez, nerede ne zaman yaşadı deseniz bilmez…”
Evet siyasetin dili başka, evet ortam gergin, evet üstünde müthiş bir baskı var hiç hissettirmemeye çalıştığı… Ve evet, bir başbakan olarak rüştünü ispat meselesi var.
Ama bu dil, bu üslup, bu seviye… Yakışıyor mu? Başbakana değil, ‘Ahmet hoca’ya…
11 yıl önce, “…hangi alim ki siyasete/siyasetçiye yaklaşır, alçalır” derken kastettiğiniz bu muydu ‘Ahmet hoca’m?